Yazıyı okumadan önce eğer henüz yapmadıysanız bu yazıya bir kez göz atmanızı öneririm.
 

Özgürlük! demişti William Wallace’ı oynayan Mel Gibson, Braveheart filminin sonunda.

Gecenin 1:23 ünde bu yazıyı yazmaya oturdum. Zihnim oldukça berrak. Bu hafta epey bir dalgalandım duygusal olarak. Lapseki yakınlarına çok büyük bir termik santral yapılacakmış onun planlandığını okuyunca moralim biraz bozulmuştu.

Kendimi yeterince uyandırmadığımı, yeterince uğraşmadığımı, en sonunda da insanlığın uykusunda yaptığı cahilliklerden birisinin daha beni bulduğunu, buradaki cennet doğanın da bozulacağını falan düşünüp üzülmüştüm epey.

Yapılacak şeyin doğrudan bu termik santralin kurulmasıyla savaşmak olmadığını, daha derin, en derin uyanma için çaba sarfedip, o sırada ne yapılabilecekse onu yapmak olduğu kanaatine vardım.

Epey bir çikolata yiyip bilgisayar da oynadım. Sanıyorum çektiğim üzüntüyü bastırmak için yaptım bunu. Bir miktar enerji kaybettim, aşağı doğru spiralle düşüşteyken bunu nasıl durdurabileceğimi düşündüm. Ne yapabilir ki bir insan?

Tabii ki yapabileceği en iyi şeyi, bildiği en iyi şeyi yapmalıdır.. Tüm gücüyle.. Benim de bildiğim en iyi şey, içsel özgürlüğe, mutluluğa, sevgiye odaklanmak. Doğrudan Tanrı ile bir olmaya odaklanmak. Bu, benim huzur bulmama yardım ediyor..

Bu yazıyı didaktik bir dilde planlı bir şekilde yazmıyorum. Ama amacım bugün içimde görebildiğim sistemden özgürleşme ışığına dair doğaçlama bir paylaşımda bulunmak.

Eveet.. beni rahatsız eden şu:

Şimdi bir iş yaptığın zaman para kazanıyorsun diyelim. Yapman gereken kanunen, vergi dairesine kaydolmak ve bunu yaptığında hemen otomatik olarak zorunlu sigortalı oluyorsun ve muhasebecin de olması gerekiyor. Ayda bir 550 TL minimum masrafın oluyor, para kazansan da kazanmasan da. Serbest Meslek Erbabı için durum bu.

Yani devlet senden zorla para alıyor, gönüllü olsan da olmasan da. Sonra bu parayı, sen razı olsan da olmasan da hakim olan zihniyet neyse onun doğrultusunda harcıyorlar. Yani senin kazancının bir kısmı, gönüllü olsan da olmasan da başkaları tarafından verilen kararlarla harcanıyor sistemde. Ve asıl sorun da şu:

Senin hayatta kalman için minimum bir para kazanman gerekiyor, çünkü yiyecek alman lazım, barınman lazım, ısınman lazım. Seyahat etmen gerekebilir, giyinmen gerekir. Tüm bunlar için para gerekiyor. Para kazanman için de başkalarının tanımlamış olduğu kanunlar çerçevesinde gönüllü olsan da olmasan da para kazanman gerekiyor, mevcut sistemde standart insan böyle yaşıyor.

Bu bana acayip ters geliyor. Çünkü insanlar gönüllü olmadıkları bir sisteme boyun eğiyorlar ve hayatta kalabilmek için kendilerinden ödün veriyorlar. Bu sayede de sistem ayakta kalıyor, sistemin ayakta kalmasından kimisi daha fazla çıkar elde ediyor, örneğin kapitalist düzende zenginler sermayeyi elinde bulundurup bunu kontrol aracı olarak insanlar üzerinde kullanıyorlar. Kimisi de daha az çıkar elde ediyor, yani sisteme bağımlı olarak boyun eğmiş olarak hayatını kazanıp bir zorunluluk düzeni içinde yaşayıp gidiyor.

Bu sistemin içinde bir şirket kurmuşken tüm bu bürokrasi ile muhatap olup hasta oldum. Yaratıcılığımı ortaya koymaya çalışırken tüm çabam sistemin ürettiği bu vergidir, dergidir, muhasebedir işlerle uğraşmaya gitti. Personel maaşları vs, ödeme stresleri ve beklediğim ödemeler gecikince bunları ödeyememe.. Yani bu muydu şimdi hayat? Parasını ödeyemediğim insanlarla bozuştum.. Oysa ki gönülden varolunan bir yerde bir düzende insanlar birbirlerini böyle kırarlarmıydı? Ama gönülsüzlük sistemin temellerine işlemişti.

Hasta oldum, bir alternatif bulmam gerekiyordu ama duygusal gücüm tükenmişti. Yakınlarımın desteğiyle ayakta durup bütün bunların çözümlerini aramaya imkan buldum.

Şimdi yıllar sonra halen %100 çözüm geliştirememiş olsam da yol aldığımı düşünüyorum.

Bugün ise hissettiğim çözüm ışığından bir kesit sunayım.

Bence insan eğer gücünü Tanrı’dan alırsa ve gönüllü olmadığı işleri yapmazsa hızlıca sistemden özgürleşebiliyor ve herkese de özgürleştirici bir örnek olabiliyor.

Nasıl mı? Ben şimdi gönülden bir şekilde yaşadığımda birincisi acayip huzurlu olabiliyorum. Olduğum gibi bir başıma var olabiliyorum. Kimseye kendimi ispat etme ihtiyacı hissetmiyorum bu hissiyatta. Gönüllü yaşamak bir bakıma Tanrı’nın iradesine teslim olmak, yani aslında gönlümüz bir bakıma Tanrı’nın sesi içimizdeki, ve biz Tanrı’dan ayrı değiliz. Onunla bir bütünüz aslında.

Bugün bu huzur duygusunu gene yakaladım. Ve sahilde yürürken aslında şunun olabileceğine dair bir inanç belirdi içimde. Ben şimdi sadece buna odaklansam karnımın bile çok az acıkacağını veya hiç acıkmayacağımı hissettim. Dünya’da yemeyi içmeyi bu şekilde ihtiyaçtan çıkarmış insanlar da var olduğunu biliyorum zaten. Yani öyle bir özgürlük ki bu, acıkmıyorsun bile Tanrı’nın sevgisi seni besliyor. Tabii ki buna kalbinden inanmışsan, iliklerine kadar hissetmeye başlamışsan bu seviye açılmaya başlıyor. Ama bu mümkün. Tamam yeme içmeyi hallettik diyelim. Başka ne yapabiliriz.

Yani aslında boyun eğmeyi, gönüllü olmadığın hiçbir işi yapmamayı istiyorum ben. Özgürlüğü istiyorum.

Paraya karşı değilim ama para kazandığım zaman bana yapılan zorunlu dayatmalara uymaya karşıyım. Gönüllü yaşamak istiyorum, yakamdan düşsünler lütfen, ya da kimseyi zorlamadan ben yakamdan silkeleyeceğim yapışanları.

Nasıl mı yapılabilir bu. İşte birinci adım fiziksel bedensel ihtiyaçlarını aşmak olabilir. Doğrudan Tanrı’nın sevgisine odaklanıp yemeyi içmeyi bir seçim haline getirmek, eksiklikten doğan bir ihtiyaç bir mecburiyet olmaktan çıkarmak.

Kaldı geriye barınma. Şimdi kira ödüyorum. Mesela tabiatta çadırda kalınabilir. Hiç para kazanmazsam bu yapılabilir mesela.. Bu uç bir örnek..

Isınma? Wim Hof diye birisi var. Karlı buzlu dağlara şortlan çıkıyorlar. Aynı içsel gücü üşümeyi aşmak için kullanmayı öğrenmişler. Ben bunun nasıl yapıldığını henüz bilmiyorum ama bu şekilde ısınma ihtiyacı da aşılabilir.

Giyim kuşam? Bunlar için biraz para gerekiyor.. Evet her durumda biraz para gerekiyor bunun için. İnsanlar arasına otlardan kıyafetle çıkıla da bilir ama bana uymuyor bu fikir..

Tabii buraya kadar uç bir yaklaşımdan bahsettim. Bu kadar ileri gitmeden.. Örneğin aşağıdaki ev gibi bir sistem kurulabilir:

Tarlaya meyve ağaçları dikip fruiteryen ağırlıklı bir yaşam kurulabilir. Bu sistemi kurmak için önden bir miktar para gerekiyor ama. Bu parayı kazanmak için de önce vergi dergi sistemine gönülsüz boyun eğmek gerekecektir.. Meyve ağaçlarını çekirdekten yetiştirelim.. Yine arazi lazım. Onun için para gerekir.

Bu işin direkt çözümü ermek. Doğrudan Tanrı’ya güvenip seni bütün bu zorlukların içinden geçirmesine açık olmak. O zaman paranın nereden geldiği de önemini yitiriyor. Ama yine de gönülsüz hiçbir iş yapmak istemiyorum. O yüzden Lapseki’ye geldim onca şeyden uzaklaşıp. Halen ailemden para alıyorum ama onlar bana gönüllü veriyorlar.

Benim yapmaya çalıştığım geleceğe insanların özgür olduğu bir sistem bırakmak ve insanları gönülsüz zorlayan sisteme enerji vermekten maksimum düzeyde kaçınmak.

Elbette ki bağımlılıklarım var benim de. Alışkanlıklarım var. Ama ne kadar gönüllü yaşarsam bir anda eski bağımlılıkların etkisi o kadar azalıyor. Bunun nedeninin teknik açıklamasını da biliyorum:

Nedeni şu: Sevgi enerjisine odaklanırsanız, zihin aradığını yani gerçekten aradığını bulduğundan sessizleşir. Nefsi arzular dinginleşir veya coşsalar bile o sizin arınmanız sırasında olacak geçici bir tecrübedir. Ama zihin, sevgiye odaklanıldığında dinginleşir. Bu da tüm bağımlılıların etkisinin azalmasına ve sizin üzerinizdeki esir edici etkilerinden sizin sevgiye odaklanmanızın yoğunluğuna bağlı bir hızda kurtulmanızı sağlar. Doğrudan Tanrı sizi özgürleştirir yani.

Dolayısıyla aslında Özgürleşmenin benim karakterim için en uygun yolu şu an Ruhsal Kalbe odaklanmak yani Kaynak ile olan en derin bağımıza mümkün olduğunca odaklanmak bu sayede Üst Bilinç yani yaratılmış evreni yönlendiren Tanrı’nın yarattığı evrensel zihin ile olan bağımızın kuvvetlenmesi, bu sayede bu zihnin yönlendirmesini daha iyi kavrayabilmemiz, ve Tanrı’nın iradesi ile seviyemiz el verdiğince bir çelişki hissetmeden, yaşamak.. Özgürlük bu.. Özgür iradenle bu yolu seçtikçe aslında Tanrı ile bir olarak yaratılışta bir yaratıcı olduğunu anlıyorsun. Tanrı’nın verdiği yaratıcı enerjiye şekil verdiğimizi onunla birlikte tabii ki Kaynağı Tanrı olarak bir gerçeklik yarattığımızı görüyoruz.

Uçtum gittim de denebilir şimdi bu yazıda. Ama aslında ayaklarım yere basıyor. Amaç şu aslında. İnsanlığın miras alıp değiştire değiştire sonraki nesillere miras bıraktığı kollektif Egosundan, kollektif nefsinden, yani kimisinin sistem, kimisinin Matrix dediği, çoğu insanın oflaya puflaya bunala sıkıla kendini uyuştura uyuştura tabi olduğu bu sistemden özgürleşmek, kendi gönlümüzün istediği yani gerçekten arzu ettiğimiz şekilde nasıl yaşayacağımız hakkında bir paylaşımda bulunmaya çalışıyorum.

Nasıl yapacağız peki? Öncelikle kendi kalbinizin yönlendirmesine göre hareket etmeye, en doğru, en derinde en doğru olarak hissettiğiniz şekilde yaşamak için azami çaba sarfederek. Benim geldiğim aşamada doğrudan Ruhsal Kalp denen bölgeye odaklanmak için çaba sarfediyorum. Tanrı deyince ben Tanrı’nın ilahi sevgisini kalbimde göğüs bölgemin derinliklerindeki manevi merkez olan Ruhsal Kalpte daha iyi hissediyorum. Buraya odaklanıyorum, farkındalık halinde yaşamaya çalışıyorum, yani uyanık olarak. Zaman geçtikçe bu bende merkezlenmiş, ayakları yere basan, sezgileri giderek güçlenen, kaynağı sağlam bir özgüven yaratıyor ve bu hal özgürlük hali işte.

Bocalamıyor muyum? Öyle böyle değil. Elbette bocalıyorum. Kontrolü kaybettiğim zamanlar oluyor. Mesela bir başladımmı bir koca paket Çokoprens bitirmeden durmuyorum. Veya bazen cinsel enerjim çok fazla geliyor vücüdumda uzun sürede dolan bu enerjiyi muhafaza edemiyorum deşarj olmam gerekiyor. Bu manevi merkezimi kaybettiğim anlarda oluyor. Bazen bilgisayar oyunlarına veriyorum kendimi. Bilinçsiz yaşamaya bilinçsiz uyku haline girme isteği olduğu zamanlar oluyor böyle. Ama nedenini biliyorum. Nedeni merkeze odaklanmayı bırakıp, Tanrı’ya odaklanmayı bırakıp ondan fazla dünyevi bu istekleri istemek. Bir nevi put yani bunlar.

Ama bunlar insani çok doğal şeyler. Puta tapmamış insan yoktur. Çünkü put aslında yaratılışa odaklanmak ve yaratıcıyı unutmaktır. Anlık da olsa dönemsel de olsa. Para da put olabilir, güç de kadın da, çikolata bile olabilir put. Sen yaratıcıyı unutup nefsini tatmine odaklandın mı bunun adı puttur. Ve her insan bu hataya düşer. Erene kadar, miracı yaşayana kadar yani tam anlamıyla Tanrı ile bütünleşene kadar insan putlarından, yani Tanrı’dan çok değer verdiği bilinçaltındaki arzularından kurtulma arınma yolundan geçecektir. Bu, Hz. Adem’in Cennetten çıkmasına sebep olan asıl nedeni içimizde taşımamızdan kaynaklanır. Tanrı’dan ayrık bir varlığımız olduğu yanılsamasına inanmak.

Bu yanılsamayı tam olarak gidermek için yol Tanrı’yı istemek, ve Tanrı’ya odaklanmaktır. Allah deyin, sevgi deyin ne derseniz deyin. Bunu bulana kadar herkes kendi yolundan gidecek kendi karmasının, kendi kaderinin içinden geçecektir. Ama seçim aslında Tanrı’ya teslim oldukça Ruh tarafından her an yapılmaktadır. Kaderimizi Tanrı’nın izniyle biz çiziyoruz evrensel kurallar dahilinde.

Evet Özgürlük! Bunun içinse kendi hissettiğiniz en doğru yoldan toplayabildiğiniz tüm cesaretle tüm gücünüzle yürüyün. Yolda bocaladığınızda da kendinizi affedip kalkıp yürümeye devam edin. Unutmayın aslında mükemmelsiniz, çünkü sizi her an Tanrı yaratıyor. Hatalarınız bile mükemmeldir. Ama bunu ben de tam göremiyorum şu an kendi hatalarım için ama Tanrı bizi hata işleme potansiyelimiz ile yaratmıştır, hatalarımız bile bize tecrübe olur sonunda da Tanrı’dan başka birşey yoktur keşfedeceğimiz. Yaratılış da Tanrı’nın bir parçasıdır ama Yaratılış olmasa da Tanrı vardır. O yüzden… koşulsuz kayıtsız şartsız özgürlüğe ulaşmak için Tanrı’ya teslim olalım en kısa yol budur..

Ne olduk nereye geldik sistem falan vardı.. evet oradan Tanrı’ya geldik. Çünkü sonunda hepimiz ona döndürüleceğiz. En iyisi başından veya bulunduğumuz noktadan itibaren bunun farkında yaşamak değil mi?

İmla hatalarım affola, bir ara düzeltirim. Sevgiler. Not: Bir kaç tane varmış sadece, onları da sonradan okuyup düzelttim. Yazı orjinal haline çok yakın, böyle bırakacağım.

Not: Leonidas’ın Xerxes’e diz çökmediği sahneye bir bakın 🙂 Aklıma geldi de 🙂

https://www.youtube.com/watch?v=1NV9DSykTbo