Yazıyı okumadan önce eğer henüz yapmadıysanız bu yazıya bir kez göz atmanızı öneririm.
 

Bu makalenin amacı okuyucuların zihninde makalenin başlığı yönünde bir etki uyandırmaktır.

Makaleyi yapısal olarak önceden planlamadan yazıyorum; nedeni makaleyi yazarken anlamış olduğum bazı gerçekler hakkında bir tür tefekkür yapacak olmam. Bu, makalenin konuya doğrudan dalması ve daha sonra kısmen açıklamalar getirmesine, bütüncül herşeyi anlatan bir üslup taşımamasına da neden olacak. Okuyucuda soru işaretleri, kafa karışıklığı veya farklı bir çok etki oluşabilir, ve sadece bu site veya makale bunların tamamını gideremeyebilir. Sorumluluk okuyucuya aittir, makalenin amacı başında söylediğim gibi.

Beş on cümle yazdıktan sonra keşfettiğim bir üslup, makaleyi yazarken bir konuşmacı ve bir de öğrenen olarak ara ara bölünmelere girmek, bir tür diyalog yaratmak yoluna da giriyorum. (Makaleyi bitirdim, daha net olsun diye K ve Ö yazayım bu diyaloglarda)

Biz buraya nasıl geldik? Ben niye buradayım?

İki eli, iki ayağı olan, duyuları olan bir insan formundayım.

Nasıl geldim ben buraya. Şimdi vereceğim cevap..

Hep buradaydım zaten.

Ö: Nası(l) yani?

K: Hep buradaydım.

Ö: Anlamadım.

K: Hep buradaydım. Bir yere gitmedim, bir yerden gelmedim.

Ö: Kardeşim, insan formuna nasıl girdim, nasıl geldim ben buraya derken onu soruyorum.

K: Biliyorum. Benim amacım bu sorunun gerçek yanıtını senin içinde uyandırmak. Ben dediğin şey nedir?

Ö: İnsanım ben, nasıl insan oldum ben.. bana bunu söyle.

K: Tümünü henüz hatırlamıyorum. Benim farkında olduğum şey şu. Her ne kadar içinde bulunduğum beden ben gibi görünüyorsa da, gözlerimi kapattığımda uyuduğumda bu beden benim için yok oluyor. Veya derin düşüncelere daldığımda bedenimi unutuyorum. Rüya görürken de.. Ayrıca bir farkındalık hali keşfettim ben. Sadece bu bedenden ibaret olmadığımı hissediyorum, veya düşüncelerimden ve duygularımdan. Düşünceler, hayaller gidip geliyor ama içimde bir sessizlik bir huzur da beliriyor. Buna odaklanıyorum, hayatımda giderek daha çok belirginleşiyor bu hal.

Ö: Tam anlamıyorum, daha açıklarmısın?

K: Biraz sabırsızım. Şöyle söyleyeyim. Bir gün Tanrı’yı ararken uzandığım yatakta kendi içimde giderek derinleştim. Astral seyahat denemesi yapıyordum. Çünkü o zamanlarda Tanrı’nın dışarıda bir yerde olduğuna ve astral seyahat yaparak ona ulaşabileceğime inanmıştım kısa bir süre için. Bunun için öğrendiğim astral seyahat yönteminde uzandığım yerde bedenimi rahat bırakıp zihnimi boşaltıp kendimi bir ipe tırmanır gibi yukarı çekmeye çalışıyordum. İstesek neden Tanrı’ya ulaşamayalım ki diye bir his vardı içimde. Bunu denerken şöyle bir şey oldu. Bedenimde bazı titreşimler hissetmeye başladım. Görüş alanım karanlıklaşmaya gözlerimi kapattığım karanlığın ötesinde 360 derecelik bir karanlığa dönüşmeye başladı. Bu karanlığı görürken bedenimden çıkmaya çalıştım. Başım yukarı doğru kalktı ve bir zorlanma hissettim. Yaptığım tam olarak hayırlı olmayacaktı bunu da hissettim. Durmak istedim. Bu sırada bedenimde epey bir titreşim hissediyordum. Durduğum andan itibaren 2-3 dakika boyunca zangır zangır titredim. İçimde bir korku yoktu olanlarla ilgili. Bu tecrübeden sonra görmüş olduğum bu 360 derecelik karanlık bakış açısı bende bilinç olduğumuz yargısını oluşturdu. Tekrar aynı şekilde astral seyahat denemesi yapmadım.

Ö: 360 derecelik karanlık bakış açısı.. bunu anlatsana..

K: Hiçbirşey yok gibi birşey. Sadece bu karanlığı görüyorsun. Ama gözlerini kapattığın gibi bir karanlık değil bu. Üzerinden yıllar geçti.. bunu hatırlıyorum.

Ö: Peki bu anlattığının benim sorumla ilgisi nedir?

K: Çok şey okudum ve yaşadım o tecrübeden sonra. Sana söyleyeceğim şu. Biz herşeyi kapsayan bilinciz şu anki anlayabildiğim kadarıyla. Herşey bizim içimizde gerçekleşiyor. İnsanın olabilmesi için tek hücreli canlıdan, hatta dünyanın oluşumundan beri birisinin bu süreci yönlendirmiş olması gerekiyor. Bir ışık parçacığı olarak tüm evren içinde herşey gerçekleşirken çeşitli yerlerde bulunmuş, çeşitli yaşamlardan geçmiş ve en sonunda bu insan formuyla özdeşleşmişsin. Bu ışık parçacığı ise aslında tüm varlıkla bir bütün. Tüm varlığı kapsayan bilinç olarak bu ışık parçacığı ile özdeşleşmişsin ve varlık içinde bir yaşam çizgisi yaratmışsın kendine. Bu da seni şu an kendini gördüğün insan formuna kadar getirmiş. Aslında ne bir ışık parçacığı ya da akışı ne de insansın. Bunların kaynağı olan evreni kapsayan bilinçsin.

Ö: Parçaladın beni şimdi. Şaka şaka, çoktan parçalandım ben zaten ama numara yapıyorum. Peki ya Tanrı?

K: Tanrı.. kafanda yarattığın bir kavram vardı eskiden Tanrı olarak. Herşeye kadir olan, ödüllendiren cezalandıran vs vs vs. Dinlerden ve toplumsal alışkanlıklardan sana öğretilen. Ben diyorum ki Tanrı herşeydir. Herşeyden ayrı bir Tanrı düşünülemez. Ama herşeyin ötesindedir de, yani şeylerin ötesindedir Tanrı. Herşeyi kapsayan formu olmayan bilinçtir.

Ö: Yani biz eğer bu bilinçsek, biz Tanrı’mıyız o zaman?

K: Bazı okuyucular şoke olacaklar şimdi ya da çoktan oldular. Benim söylediğim şu. Kendini insan olarak gören sen Tanrı falan değilsin. Sadece bir düşünce yapısısın o kadar. Bir hayalden bir yanılsamadan ibaretsin. Herşeyi yaratan ise Tanrı’dır. Ondan başkası zaten yoktur. Dolayısıyla asıl sen O’sun. Tanrı’yı ise ben herşeyi kapsayan bu bilinç olarak görüyorum, ve herşeyin de içinde olarak her bir zerre ile bir bütün olarak görüyorum.

Ö: E biz cennete gidiyorduk falan?

K: Cennet cehennem senin içinde olan tecrübelerdir. Tanrı’nın yarattığı tecrübelerdir yani. O kadar. Gerçekten cennette olmak istiyorsan Tanrı’nın izniyle olursun. Ama ben seni cennetin ötesine taşımaya çalışıyorum. Tanrı ve sen ayrımını yok etmeye çalışıyorum. Beni iyi dinle ki bu ayrımın ötesine işaret ettiğimi anla ve kendi içinde bunu bulmaya başla.

Ö: Herşeyi yokettin şimdi, kafamı karıştırdın.

K: Evet biliyorum, ben de aynı yollardan geçtim. Hala da ara ara büyük karmaşa girdaplarına girebiliyorum. Ama sonsuz yaratılış içinde kendi özünü, kendini bulmak isteyen eninde sonunda bunlarla yüzleşecek. Bunu istiyorsan kendi yolunda yürüyebilir ve yine istiyorsan bir süre daha benimle kalabilirsin. (Söylemek istediğim, illa ki bir karmaşa olması gerektiği fikri değil, zihninize karmaşa olması lazım fikrini empoze etmek istemiyorum, ama zaten bir karmaşa varsa bununla da yüzleşilmesi gerekecek, bunu ifade etmek istiyorum.)

Binyılların düşünce alışkanlıklarından bahsediyorum. O kadar uzun süre kendine bir gerçeklik yaratmışsın ve buna odaklanmışsın ki, bu gerçekliğin senin içinde yaratıldığını unutmuşsun. Daha doğrusu unutman mümkün değil ama unutan bir ben yaratmışsın. Bu ben aktif olduğunda unutma halindesin. Kusura bakma Ramana Maharshi değilim ben. O yüzden onun seviyesinden anlatamam. Ama hissedebildiğim ve anlayabildiğim kadar anlatabiliyorum.

Yani diyeceğim, ben hayalini yaşattığın müddetçe hayal içindesin. İşte şimdi ben bu insanım, okula gidiyorum, işe gidiyorum, evlendim ben, şimdi mesaj attım bilgisayardan, hop gazete okudum oyun oynadım, yoruldum uyuyayım, kahretsin ne biçim bu hükümet ve sistem, dünyada barış istiyorum ben ama olmuyor ya offff, yoruldum sıkıldım, daha içelim hey, ya da içmeyelim hiç, oyun oynayalım, dansedelim, Facebooktan ne gelmiş, mouseun kaydırma tuşunu kaydırayım bakayım izleyeyim, Lord Of The Rings ve Trollolo adam..

Bitmeyen bir hayal akışı bu, farkında mısın? Sen buna odaklanıyorsun işte. Her insanın kendi hayal akışı var, Facebooktaki haber akışı gibi. Ama sen o akışın aktığı ekransın aslında.

Ö: Tamam tamam anlıyorum, uzatma.

Ö: Yok oluyorum ben sıkıldım bu diyalogdan.

K: Sen yok olursan ben de olurum.

Peki insanlığın tüm sıkıntıları nasıl çözülebilir? Her insanın kendi uyanışını yaşaması gerekir. Çünkü sıkıntı çeken aslında yanılsama olan bendir. İnsanla özdeşleşmiş Ruh formundaki bilinç, bu yanılsamadan kurtulduğunda yani zihin varlıkla bütün olduğunu anladığında kurtuluşa ermiş olur. Sorunu falan kalmaz. Ya da şöyle diyeyim, bilincin zaten sorunu yoktur, tektir, başka birşey yoktur, sorun da yoktur dolayısıyla. Anlayan mutlak bilinç değildir, Ruhtur, yani zihnin içindeki derinlerdeki bir oluş.

Mesela örnek olarak dünyadaki açlık sorunu: Kurtuluşa ermiş bir varlık için böyle bir sorun yoktur. Hayat öyle ya da böyle devam eder dünyada. Açlık olur insanlar ölür, ama yeni insanlar da doğar. Açlık sorunu olsa da olur olmasa da. Yeni insanlar doğsa da olur doğmasa da. Bedenle özdeşleşmiş değildir bu varlık. Ölüm onu üzmek zorunda değildir. Ölüm heryerdedir zaten. Bir baksana. Her an sayısız varlık ölür, formlar birbirine dönüşür durur. Sen kendini bir forma sabitlenmiş sanırsan, bu forma benzer şeyler şekillerini kaybettiğinde yani insanlar, ona benzer canlılar öldüğünde üzülürsün. Kendi bedenine ne kadar bağlıysan ölüm seni o kadar üzer. Açlık da buna benzer birşeydir. Hem ölüm korkusu vardır hem de eksiklik hissi. Sen kendini ufacık bir beden sanırsan, eksik hissedersin kaçınılmaz olarak, bedeninden madde eksildiğinde hemen dışarıdan tamamlamak istersin. Tamamlamayalım da ölelim mi yani diyebilirsin. Tabi ki tamamlayacaksın, yaşama arzusu bedeninde çünkü. Bununla beraber ne kadar yiyen ve doymayan insanlar olduğu gibi azıcık yiyen ve doyanlar da vardır.

Ama mesele doyurmak değildir bedeni. Sıkıntının sebebi, neyle özdeşleştiysen, hangi düşünce formlarının sabit kalması senin için vazgeçilmezse, onlarla çelişen olaylar içinde gerçekleştiğinde ve sen buna şahit olduğunda bir zorlanma hissedersin. Ya değişmez dediğin düşünce formundan vazgeçeceksin, ya da bu zorlanmayı, bu düşünce formlarını ayakta tutma çabasını sürdüreceksin. Egonu savunma çabası, daha doğrusu egonun kendisini savunma çabası. Egon deyince sen ve egon diye iki varlık var sanılır. Öyle değil. Sadece sen varsın. Senin içinde ego var. Ego geçici, sense hep olacaksın.

İnsanlığın sıkıntıları binlerce yıllar sürse dahi, insanlık bir bütün olarak bu gerçeğe uyandığında sıkıntılar da tamamen sonlanacaktır. Bireysel anlamda, daha doğrusu ruhsal anlamda ise bu çok daha kısa sürebilir. Niye binlerce yıl dedim? Böyle olmak zorunda değil tabii ama bir trend olarak bakıldığında yüzlerce ya da binlerce yıl sürebilir insanlığın zihinsel alışkanlıklarından vazgeçip tamamen Tanrı’ya teslim olduğu Tanrı ile bir olduğunu anladığı bir bütün bilinç olarak var olma farkındalığına/haline geçmesi. Bilemiyorum ama ihtimal o ki çok uzun bir süre de gelmeyebilir bu hal. Ama şu an gördüğüm kadarıyla bir uyanış var, bu yönde bir gelişim var. Bu trend devam ederse, insanlık da eninde sonunda uyanacaktır.

Şimdi ne yapılabilir? Bu okuyucuya kalmış. Dünyada her türlü bilgi var ve ulaşılabilir artık. Ve bunların ötesinde zaten okuyucunun özü, dünya olmasa da var. Nerede olursa olsun, kendini bulmak isteyen bunu bir şekilde yapabilir (*1). Nasıl olacağının bir kuralı yoktur (*2), ama bilge insanların öğretileri, cehalet taşıyan insanları bu cehaletten daha kısa sürede kurtarmak için faydalı olacaktır. Cehalet kötü, utanılacak bir şey olarak anlaşılmasın. Sadece geçici bir hayaldir cehalet, zihinde görünen. Bu görüntüden vazgeçirmek amacındadır bilgelerin öğretileri.

(*2) Nasıl olacağının kuralı yoktur derken, kimi Bağdat’a gider orada öğrenir, kimi evinde kalır seccadede öğrenir, kimi ölürken farkına varır, kimi yaşarken, kimi bilge birisinin öğretilerinden etkilenir, kimi Tanrı sandığı şeye ulaşmaya çalışır, ama özünde özden başka birşey olmadığını farketmektir ve tüm zihinsel gürültünün yok olmasıdır, özünde hepsi aynı noktada birleşmek zorundadır. Özünde kural aynıdır. Ramana Maharshi’den kavramsal olarak öğrendiğim gibi, O olmaktır, başka birşey olmamaktır. Başka şeyler oluyorum ben henüz, o yüzden sıkıntılarım da sona ermiş değil. Ama bu makaleyi de yazıyorum, sıkıntılarım olması yazmama engel değildir.

(*1) Kendini bulmak isteyen bunu birşekilde yapabilir, ama aslında kendini bulmak isteyen bunu asla yapamaz. Çünkü isteyen ve bulunmak istenen kendim ikiliğinin sonunda yok olması gerekmektedir. Sonunda diyorum, çünkü bu ayrımın kendisi zaten kendim farkındalığını hayalen örten şeydir, bu yok olmadıysa tam uyanma hali olmamış demektir. İkilik onu görünürde örtse de örtmese de BEN (EVRENSEL BİLİNÇ) hep vardır. Cehalet içindeki birisi önce kendisini bulmak isteyecektir elbet, ondan dolayı isteyen bunu bir şekilde yapabilir demiş bulundum, ama ‘sonunda’ da tüm isteklerin bittiği noktaya erilecektir. Sonunda.. ama aslında son ancak şimdi olabilir. Gelecekte bir nokta olarak var olmaya devam ettikçe, uyanış da ertelenmiş olur. Şimdi olmalıdır. Keskin bir şekilde şimdi olmalıdır. Daha ertelenmeden.

Güncelleme Notu: Benim tecrübe ettiğim 360 derecelik bakış açısı içeren karanlık perspektif oldukça kısa bir tecrübeydi. Bunu Ramana Maharshi’nin yaşadığı ani uyanma seviyesinde görmüyorum. Onun uyanışı kalıcı idi.. benimki ise bir farkına varış, bir içgörü kazanışı ile anlayışımın gelişmesi ile sonuçlandı. Arınmanın daha başlangıcındaydım, bence Ramana Maharshi, geçmiş yaşamlarında zaten çalışmasının çoğunu tamamlamıştı. Okuduklarımdan anladığım kadarıyla genç yaşında çok derin ve keskin bir uyanış yaşadı ve bu kalıcı olarak hayatı boyunca devam etti. Dolayısıyla, farkındalık halini tanıyabilsem de benim bir arınma sürecinden geçmem gerekiyor. Bununla ilgili farkındalığı keşfettikten sonra sevgi enerjisine odaklanarak arınma sürecine devam ediyorum. Bir sonraki yazıda bununla ilişkili bazı tecrübelerimi ve yorumlarımı aktarıyorum.