Yazıyı okumadan önce eğer henüz yapmadıysanız bu yazıya bir kez göz atmanızı öneririm.
 

İlginç.. Bu sefer başlık atamadım. Başlığı makaleyi bitirirsem o zaman atayım.

Üzerinde yazmak istediğim konular utanç, sevgi, ruhsal gelişim ve aydınlanma.

Konuyu biraz daha netleştirelim.. Yok yok olmayacak.. makale bittiğinde ancak netleşecek konu..

Sevgiye odaklanma konusunda daha önceleri yazmıştım. Ruhsal kalbe odaklanıp farkındalık halinde yaşamak, en derindeki farkındalık halimizi bulmak, ruhsal kalpten bize akan sevgiyi hissetmek ve buna teslim olarak hayatımızın kendiliğinden değiştiğine seyirci olmak. Güzel. Teoriyi sağlam yerden öğrendim, ama uygulamada hangi güçlükleri yaşayacağımı önceden öğrenmem mümkün değildi, az çok içsel bloklarla karşılaşacağımı, ve ne tarz şeyler olabilecekleri hakkında okusam da.. yaşayacağın herşeye önceden hazırlıklı olacak kadar okumak mümkün değil, hem de hiç mümkün değil, çünkü haklarında okuyarak alacağın dersleri alamazsın.

Dersler yaşayarak alınır, ve onlara hazırlıklı olmadığın için, önceden zihninde kurgulayamayacağın bir gerçeklik sana verildiği için zaten bir gelişim kaydedersin. Tabii açılmak senin seçimindir başlangıçta.. ama neye açılacağını bilemezsin önceden tam olarak.

İnsan zihninde bilinmeze karşı bir korku duyar, ama merakı ve cesareti bu korkuyu aştırtacak şeydir.. Sevgi en sonunda bir açılım yapmanın yolunu bulur.

Benim de yaşadığım temel kilitlerden birisi hakkında yazacağım şimdi.

Seneler önce.. arayışım beni aydınlanmanın mümkün olduğuna, bu hale ulaşmış/bu hali yakalamış, tertemiz kalpli, sevgi dolu, merhamet dolu insanların var olduğu gerçeğine götürdü. Neyin mümkün olduğunu gözlerimle görüp içimde hissedip farkedebilmiştim.

Hayatım boyunca belli belirsiz hedeflerin peşinden koşmuş, adını koyamadığım bir arayışın içerisindeydim, o dönemde, maddi olan bazı hedeflerin mutluluk getireceğine inanıyordum, ama aynı anda da sürekli bir gelişim, doğruya doğru bir ilerleme olması gerektiğine de inanıyordum. Mutluluk getireceğine inandığım maddi hedefler birer birer beni hayal kırıklığına uğratırken, aydınlanma konusunda karşılaştığım şeyler, beni zihnimde yeni hedefin aydınlanma olmasına götürdü. (Sonradan ek: maddi hedefler, bazılarına ulaşsam da istediğim tarzda bir mutluluk getirmiyordu bana.)

Oluşan bu arzu, ana teması, özü çok basit olan ama anlayana kadar epey direniş gösterdiğim işin temel yaklaşımını öğrenmek için bulduğum kaynakları uzunca bir süre incelemeye götürdü beni.

Öğrendiklerimi çeşitli görünümlerde bu siteden paylaşıyorum sizlerle bir süredir.

Son zamanlarda.. meditasyon konusunda çaba sarfetmeme rağmen, gün içinde ruhsal kalbe odaklanıp farkındalık halinde yaşama çabası vermeme rağmen, işler hayal ettiğim gibi gitmemeye de başlamıştı.

Daha doğrusu önce yükselişe geçtiğim, enerjimin arttığı bir döneme giriyor, bu enerjinin varlığından giderek daha emin oluyordum ama bir şey beni hep aşağı çekiyor, belli bir noktadan sonra hep aşağı doğru bir spirale giriyordum.

Öğreti çok netti, doğruluğundan emindim, ama öğretinin neyi ifade ettiğini tam anlayamamıştım, zihnimdeki yanılsamalardan henüz kurtulamamıştım. Hepsinden de henüz kurtulamamışımdır herhalde. Ama yeni farkettiğim bir şeyi sizlerle paylaşacağım.

Bize öğretilen ve organize dinlerin birçoğunda da ortak tema olan bir yaklaşım vardır. Bu yaklaşımdan kastım dinlerin özü değil ama onu aktaran insanların anlayışı. Bu anlayış, aktaran insan bilge birisi değilse.. şu formu alıyor bir çok durumda:

Bir hedef var, peygamber veya aydınlanmış kişi var.. onun yaşamı, söyledikleri var günümüze aktarılan. Ama öyle bir kıyaslama mantığı gelişmiş ki, peygamber böyle yapardı, sen onun gibi olmazsan, onun yaptıklarını yapmazsan, onun yaşadığı gibi yaşamazsan aşağılık bir varlıksın, utanmalısın kendinden, suçluluk duymalısın şeklinde bir yaklaşım. (Bunun türevleri)

Burada örnek gösterilen kişinin çok ileri düzeyde olgunlaşmış bir ahlak hali, bir varoluş hali var. Bu halin yansıması olarak da bir yaşayışı var. Bu yansıma olan yaşayış, yani yatıp kalkıp gün içinde yaptıklarını kopyalamazsak, onun ibadet ettiği kadar etmezsek, onun yardım ettiği kadar etmezsek, sanki kötüymüşüz gibi, sevgiyi hak etmiyormuşuz gibi bir izlenim oluşmuştu bende, yetiştiğim kültürde bir bütün olarak bu utanç halini almıştım bilinçaltıma.

Bunu almışım erken yaşlardan. Daha sonra bulduğum aydınlanmış bilgenin öğretilerini takip ederken, bu sefer kendimi onunla kıyaslamaya başladım, daha doğrusu kafamda oluşan aydınlanma hedefine hiç sekmeden düşmeden durmadan yürümediğim zaman suçluluk duyar bir hale gelmiştim. Bu suçluluk son zamanlarda utanca dönüşmeye başladı. Görüşmelerimizin birinde, meditasyonu günde bir saat yapar hale gelmişken, ikinci bir saati eklemek istediğimi, böyle hissettiğimi paylaşmıştım onunla. İkinci saati ekleme konusunda büyük bir dirençle karşılaştım içimde.

Bir saat sabah meditasyonundan sonra hayvanlara yemek hazırlayıp onları beslemeye gidiyordum, sonra gelip ikinci saati yapacağım ama bunu bir türlü oturtamadım. Kendime şöyle diyorum, işte mükemmel öğretiler orada, aydınlanmış bilge orada ama sen hala tembellik ediyorsun. Bir utançtır bastı.

Hayatımın en yoğun karanlık duygularını yaşadığım da bir dönem oldu bu. Bunları yaşarken de bir taraftan olan bitenin farkına varmaya anlamaya da çalışıyordum.

Ulaştığım içgörü şu oldu. Meditasyon yapmadığım için yani yatağa oturup formal bir şekilde ruhsal kalbe odaklanıp farkındalık hali pratiği yapmadığım için, sevgiye odaklanmayı kesiyordum bilinçsiz olarak. Yani neredeyse sevgiye odaklanmadığım için sevgiye odaklanmayı bırakıyordum, daha doğrusu bilinçaltım buna yönlendiriyordu beni, çocukluktan getirdiğim birşekilde içimde gelişen bloklar bu şekilde bir yönlenim oluşturmuşlardı.

Bunun yanında, zaten dünyevi olarak çeşitli hedeflerin mutluluk getireceğine inanıp onların peşinden koşma konusunda motivasyonumu çok büyük ölçüde kaybetmiştim. Bir tek kendimi oyalayabileceğim bir kaç alışkanlık kalmıştı o kadar, oyun oynamak, haber takip etmek falan. Onlar da tuzlu su gibi birşeydi. Hayvanlara destek olmaya çalışıyordum ama bu bile zor gelmeye başlamıştı ama hayvanlardan bana bir minnet ve sevgi geri akışı da vardı. Bunu bile aksatmaya başladım ama hiçbir zaman bırakmadım.

Sevgi olmadığı zaman, tarladaki kulübende yeşillikler arasında deniz manzarasıyla yaşamak  fikri bile çekici gelmiyor. Milyar dolarların olması, Marsa gitmek, dünyayı dolaşmak, aile kurmak vs.. hiç biri çekici gelmiyor. Herşey sıkıcı geliyor.

Can sıkıntısı, utanç duyguları.

Toplumda şu vardır, sen çalışmıyorsun utan diye başlar. Seni bir kalıba sokmaya çalışırlar, eğer o kalıba girmiyorsan utanmalısındır. Oralardan başlar utanç halkası. Ondan sonra kendinin olmayan ama kendinin olarak benimsediğin şeylerin peşinden bir ömür koşar durursun. (Sonradan ek: Toplumda olan biteni yargılamak istemiyorum, olanı tespit etmek istiyorum, ama epey de canım yandı bundan onun da bir ifadesi de bu yazdıklarım)

Herkesin hikayesi değildir bu ama popüler, kitleleri etkileyen hikaye budur. Eğer bunun içinde uyanmaya başlarsan, önce bir çatışma hissedersin, içinden gelenle toplumun sana empoze ettiği düşünceler arasında. Ama o düşünceleri kendinin zannediyorsundur; giderek empoze olduklarını, dışarıdan aldığını anlamaya başlarsın. Ama bazen de çok uzun süre anlayamazsın, çünkü çok sahiplenmişsindir.

Bir aşamadan sonra artık neredeyse tüm fikirleri üzerinden atmaya başlarsın, çünkü hiçbiri mutluluk vermiyordur.

Bu tek bir yaşam içinde olmak zorunda değildir, ama o aşamaya gelindiğinde olanları anlatmaya, paylaşmaya çalışıyorum.

Bende de olan şey.. herşey anlamını kaybediyor, bir tek aydınlanma çabası kaldı, onu da başaramıyorum düşüncesi, hem de en sağlam kaynakları da buldum.. işte bununla beraberki tam ümitsizlik, utanç halleri. Nefs henüz arınmamış olduğundan diğer istekler de yok olmuş değiller, ama artık tuzlu su gibi içtikçe susattıkları veya çözümün onlar olmadığını iyice anlamışım.

Oysa ki çözüm çok basitmiş.. Başına ne gelirse gelsin, o sevgiye odaklanabilirsin, o senin için hep var, asıl tabiatın o, odaklandıkça da, farkındalık halinde yaşadıkça da hayatın açılımına devam eder, alacağın dersleri alırsın, mutluluğun derinleşir, huzurun artar.. bu dalgalanmalar içinde yüzmeyi öğrenirsin.

Utanç denen şey, öyle bir şey ki.. yaşadığın şeylerin senin sevgiyi hissetmene engel olması gerektiği, sevgiyi haketmediğini düşündüğün bir hal. Tamamen bilinçaltındaki bir program. Vanayı kısma programı gibi birşey. Vana senin yaşam enerjin olan sevgiyi kontrol ediyor. Vana tam kısılırsa oracıkta ölürsün herhalde, bu mümkün müdür bilmiyorum, ama vana seni ancak yaşatacak kadar da kısıkta durabiliyor. O zaman yerde sürünüyorsun işte 🙂

Tamamen bir programdan ibaret ama inanmışsın bir kere o kalıplara, neler olduğunu anlamazsan, işlemeye devam ediyorlar.

Şimdi bu dönemi atlatırken hayatla ilgili yeni bir ümit belirdi içinde. Bunu güçlü bir şekilde hissediyorum. Çünkü ne olursa olsun sevgiyi kendimden sakınmam için bir zorunluluk, mutlak bir neden olmadığını anladım.

Bilgelerin söylediği şey, bizim mükemmel olduğumuz, ışık, sevgi olduğumuz.  Tanrı ile bir olduğumuz. Dolayısıyla sevgiye odaklandığımızda bir bakıma kendimiz olmuş oluyoruz. Geliştirmemiz gereken bir şey yok zaten biz mükemmeliz. Buna odaklandığımızda geri kalan tüm herşey geçici yaratımlar olarak nereye gideceklerse oraya gidiyorlar. Nasıl açılacaklarsa o şekilde açılıyorlar. Tüm yaratılış Tanrı tarafından tek elden yaratılıyor. Biz de onun içinde kendimizi, onunla birliğimizi keşfediyoruz.

Bir önceki makalede farkındalık halinden bahsetmiştim. Ancak yaklaşım formsuz olan bu farkındalığa odaklanıp yaratılışa gözümüzü kapatmak olmamalı.

Farkındalık halinin sevgi haliyle birleşmesi, sevgi farkındalığı, hayatı giderek açan, bir cehennem varsa onların içinden arınıp cennetvari tecrübelere bizi götüren, bize rehberlik eden şey. Sevgiye odaklanmak, Tanrı’nın iradesine teslim olmak.. Farkındalık halinde kalarak da her boyutuyla insanın içine işlemek, yaşadığımız insan tecrübesinin içine işlemek, onun her aşamasına uyanmak gerekiyor.

Bir aydınlanma olacaksa, şimdide başlıyor, sevgiye odaklanarak o olduğumuz bilinciyle yaşayarak başlıyor. İlk adımdan son aşamaya kadar aynı temel yaklaşımla devam ediyor. Bu sırada içinde bulunduğumuz insan da giderek bu sevgiyle dolup, insani melekeleri olgunluğa ermeye başlıyorlar. Dünyada cennete girmeye başlıyoruz yani. Başlarda ne yaptığımızın bile farkında olmasak da aslında bunu yapıyoruz.

Aydınlanmış bilge, yine aynı sevgiye odaklanıyor ve farkındalık halinde yaşıyor ama artık o kadar merkezlenmiş ki orada, yaşamın kendisiyle, Yaradan’la bir olmuş bir farkındalık hayatının tamamına yayılmış durumda. Odak hali artık doğal hal olmuş durumda.

Yolun başıyla sonu aslında aynı yönelimi içeriyor, sadece başındayken çok gürültü var sonunda ise gürültü yerini bilgede görebildiğim kadarıyla, sezebildiğim ve bugün geldiğim nokta itibarıyla anlayabildiğim kadarıyla tam bir zihinsel huzur, dinginlik ve sevgi haline bırakıyor. (Ek not: Aydınlanmış bilgenin kazandığı ahlakla kendi ahlakımızı kıyaslayıp, benzemeyen noktalarda sevgiyi kendimizden sakınmak bizi kısır bir döngüye sokar, çünkü o ahlakı kazanabilmemiz için kendimizi olduğumuz gibi kabul etmemiz, koşulsuz sevmemiz gerekmekte, yani sevgiye odaklanırken farkındalık halinde kalmamız, bu şekilde sevginin bizi olgunlaştırmasına izin vermemiz gerekmekte. Zaten aydınlanmış kişinin ahlakı da o sevgi halinde kalmaktır. Gerçek ahlak budur, bilgenin yaptıkları ettikleri zannedilir ahlak, ama aslında asıl örnek alınması gerektiğinin farkedilmesi gereken bilgenin olduğu içsel haldir. Öte yandan bilgenin yaptıklarını onun içsel haline ulaşma niyetiyle taklit etme yöntemi de vardır. Burada bilgenin davranışları, öğretinin kendisi haline gelmiş olur, bir tür odaklanma nesnesi ve aracı, bir disiplin haline gelmiştir. Ama aslında bu yaklaşımda da asıl amaç öğrencinin davranışları taklit ederken bilgenin içsel halini yakalamasıdır. Eğer öğrenci içsel hali ihmal eder ve sadece görünürdeki davanışları taklit ederse içsel hal farkındalığı , sevgi farkındalığı gelişmemiş olur, hedeflenen gelişimi gösteremez.)

Bir saf boşluk olan farkındalık var, bir de bunun içinde herşeyi kapsayan sevgi var. Ben bu sevgiyi henüz herşeyi kapsar haliyle göremedim. Bunu tam aydınlanmamış insan bakış açısıyla, yani kalbimden gelen bir akış olarak tecrübe ediyorum. Bazen hissettiğim birlik hali güçleniyor, daha güçlü oluyor, o zaman yazdıklarım da ona göre şekil alıyorlar. Yapabildiğim kadarıyla sizlerle paylaşmaya çalışıyorum, içimden bu şekilde paylaşmak geliyor..

Aklıma şimdi gelen.. sevgi ile ne kadar dolmuşsak, bu enerji ile ne kadar dolmuşsak, o kadar birlik farkındalığı ile, sevgi farkındalığı ile kendimizi ifade etmeye başlıyoruz. Yani hep farkındalığız ama sevgi ile dolmuş olabiliriz, ya da çok çok az sevgi de hissediyor olabiliriz, enerjimiz düşmüş, hayatımız cehenneme dönmüş de olabilir. Yani özümüzü unutmuş da olabiliriz. (Sonradan ek: Enerji düşük de olsa, ruh oldukça olgunlaşmış olabilir, çünkü tek bir blok bile enerjinizi düşürebilir, alacağınız dersi aldıktan sonra sevgi içinize daha gür akmaya başlayacaktır, yani duygusal olarak en dipteyseniz bile aslında bir çok bloktan kurtulmuş, çok gelişim kaydetmiş olabilirsiniz ve bunun henüz farkında olmayabilirsiniz.)

Sizden asıl mükemmel halinizi kimse alamaz. O yüzden ümidinizi kaybetmeyin demeyeceğim, ümidi içinize odaklanırsanız bulabilirsiniz diyeceğim. Niye bulamıyorum diyorsanız, kendinizi olduğunuz gibi kabul edin, şu anda olduğunuz gibi olmanıza izin verin, kendinizden sevgiyi esirgemeyin, rahat bırakın, o kendini size gösterecek zaten.

Süperman filminde, kahramanın göğsünde bir S harfi vardır. Bunun ümidi simgelediği söyleniyordu hatırladığım kadarıyla son filmlerden birinde. Ruhsal kalbi bulmak için de göğsün merkezine odaklanıyorduk, sevgiyi de kalbimizde hissederiz yaşarken öyle değil mi? Ümit ve sevgi arasındaki bağlantıdan da bahsetmiş oldum. Sevgiler.. derken birşey daha ekleyeyim.

Bu blogu, onu bunu şunu herşeyi bırakıp kendinizi olduğunuz gibi kabul etmenizdir aslında sizi sıkıntılarınızdan kurtaracak olan. Olduğunuz gibi sevmeniz, koşulsuz sevgiyi yaşamanızdır. Özgür iradenizle bunun böyle olduğunu bizzat yaşayarak bulmanızdır. Dışarıdan size verilecek birşey değildir, tüm zincirlerinizi kırmış olma hali.. Böyle zincir kırma gibi zormu bu ya diyeceklere.. bacağından iple bağlanmış yavru filin büyüdüğünde bu ipi koparabilecekken, kopamayacağını benimsediğinden dolayı esir kalması hikayesinden bahsedeyim.. İpi koparabileceğinizi anladığınız an, sevginin içinizde olduğunu anladığınız andır. (bir deyişle sevginin asla sizden esirgenmediği, daha da doğrusu sizin sevgi olduğunuz, geri kalan herşeyin bunu örten bir yanılsama olduğunu anladığınız an) Artık susuyorum, çok uzattım, ama uzattığımı yazabilmek için uzattım belki de, aslında gereken herşeyin sizde olduğunu yazabilmek için uzattım, kimisi başında uyanır kimisi ortasında, kimisi de sonunda.

Dip Not: Yazıyı yazmadan Facebook’ta o an aklımda oluşan bir sözümü paylaştım.

Hiçbir zaman ölmeyecekmişsin gibi yaşa.
Bir sonraki nefeste ölecekmişsin gibi sev.

Mantık olarak çok doğru bir söz. Sevgiyi şimdi, bu nefeste hissettiğin an olay bitiyor. Hiçbir zaman ölmeyeceksin de zaten, beden ölse de..

İşin ilginç tarafı şu.. Bir arkadaşım sözü çok beğendiğinde ve övdüğünde bir an yine utanç hissettim. Çünkü tam o anda sevgi halinde değildim.. sanki bu sözü söylemeyi hak etmiyormuşum gibi hissettirdi bana bilinçaltımdaki utanç mekanizmasından bir kalıntı.. Öyle bir şey ki bu.. sevgiyi bir ideal haline getirdiğinde o an utanç başlıyor.. ama sevgi fikir olmaktan çıkıp sen onu direk hissettiğinde, ona odaklanma haline geçtiğinde o anda hiçbir zaman ölmeyecekmişsin gibi yaşamaya başlıyorsun. Bilinçaltınızda bu tarz (benimkiyle aynı olmak zorunda değil) düşünceler mutlaka olacaktır, geçmişinizden dünyada size bunlar yüklendi.. o an sevgi haline geçerseniz o haldeyken etkilerini yitiriyorlar/ne olduklarını görmeye başlıyorsunuz.