Yazıyı okumadan önce eğer henüz yapmadıysanız bu yazıya bir kez göz atmanızı öneririm.
 

Bu yazıda sizlerle epey yoğun duygularla geçen bir süreç sonunda nasıl rahatladığımı paylaşacağım. Şahsi tecrübelerimden bahsedip, hayatın temel dinamikleriyle ilişkilendirip, kendi hayatınızla ilişkilendirebileceğiniz bir bakış açısı sunacağım.

Bir tanıdığımdan aldığım sözler üzerine ona güvenmek için çaba sarfederek yardımcı olmayı tercih ettim. Ancak günü geldiğinde sözünü tutamadı.

Bütün bu süreç boyunca sözünü tutamayacağı ile ilgili bir çok düşünce kafamda dönüp duruyordu. Bir yandan yardımcı olmak istesem de bir yandan da kendimi savunmasız hale getirip risk aldığımı hissediyor, rahatsız olma ve öfkelenme duygularını da içimde yaşıyordum. Bu uzunca bir süre devam etti, defalarca yardımcı oldum ve sözünü de olabildiğince sonraya erteledim.

En sonunda günü geldi. Bu gün gelene kadar hayata güvenmek ve herşeyde bir hayır olduğunu hissetmek için çaba sarfettim.

Sözünü tutmasını istiyordum ve tutamayacak olması beni oldukça öfkelendiriyordu. Bu öfke de beni çok meşgul ediyordu. Ama öfkemi ona yansıtmadım, bir tarafım olanların tamamen onun elinde olmadığını ve zorluklar yaşadığını da biliyordu.

Ben de benzer tecrübeler yaşamıştım geçmişte. Tutamadığım sözler vermiştim, tutacağımı düşünerek. Ben de başka kişilerin sözlerine güvenmiştim ve elimden geleni de yapmıştım. Sonra sıkıştığımda çok sayıda insan üzerime gelmişti ve bu olay beni çok üzmüştü. Tam olarak kalbimle uyumlu hareket etmiyordum, şahsi gücümle olayları yönlendirmeye ve istediğim gibi oldurmaya çalışmıştım ve bu beni çok ama çok yormuştu.

Hatamı sonraları anlayacaktım. Kendimi hayatın tamamından, yaradılıştan ayrık bir varlık gibi hissederek hareket etmiştim. Bir şekilde hayata hükmetmeye çalışmıştım. Bütünün bir zekası ve arzusu olduğunu tam olarak göremeden hareket etmiştim. Normal bir hataydı bu, ve çok derin uyanışlara vesile olacaktı benim için. Her hata aynı zamanda bir vesiledir. hayatın, yaradılışın, Tanrı’nın bir hediyesidir.

Şimdi dindar da olsanız ateist de olsanız hepinize hitap eden şekilde anlatacağım. O hata en sonunda beni herşeyin Tanrı’dan geldiğini anlamaya yöneltti. Ya da şöyle diyeyim, hayatın yekpare bir bütün olduğunu herşeyin birbirine bağlı ve ilişkili olduğunu, parmağın gövdeyi kontrol edemeyeceğini, gövdenin bir bütün olarak hareket ettiğini anlamaya yöneltti.

Yine de bir anda tüm korkularımı, egomun tamamını kaybetmemiştim. O düzeyde derin bir uyanış değildi, ama sonrasının zeminini hazırladı. Geçtiğimiz yıllarda yazdığım yazılarda bir nebze olsun paylaşmaya çalıştım bu uyanış sürecinde öğrendiklerimi.

Bu yüzden yazının başında anlattığım olaylar zincirinde bana verilen söz tutulmayınca ve görünüşte zarara uğrayınca, bu beni kızdırmıştı.

Son aylarda enerjim birikmeye başladı, artık daha yüksek bir enerjim var, ve yaşadığım duyguların şiddeti de daha fazla oluyor. Vücut belli bir ölçüde arındığında, ve kalp merkezli yaşamakta bir miktar tecrübe edinildiğinde, enerji artık daha kontrollü bir şekilde barınabiliyor bedende. Kaldırabileceğiniz kadar enerjiyi muhafaza edip kontrol edebilirsiniz, ya da daha düşük bir enerjiye düşme arzusu ile enerjinizi harcarsınız. Merkezliliğiniz artarken, geçmişte enerjinin dışarı akmasına neden olan bazı arzuların mekanizmalarını anlamaya başlarsınız ve artık enerjiniz o arzulara eskisi kadar gitmemeye başlar.

Bundan dolayı da olsa gerek, basit görünebilecek bu olay bende çok yoğun duygular yarattı. Yarı kontrollü bir şekilde savrularak yiyecekle bir miktar kendimi oyalamaya başladım, ama bir yandan da sabretmek, Ruhsal Kalbe odaklanıp, farkındalık halinde kalmak için çaba sarfettim. Öfke ile bir kaç harekette bulundum, ufak zararlar verdim. Mesela köpeğime kızdım beni dinlemediği için, tasmasından hızlıca çektim istediğim yere gitmesi için. Korktu. Bütün bunların farkındaydım ama tam kontrolü sağlayamamıştım çünkü içimdeki duygudan henüz kurtulamamıştım.

Karşıma facebooktan bir video çıktı. Kaza geçirmiş bir kızı araçtan kurtarmaya çalıştıkları, bunu başaramayıp çaresiz kaldıklarında kızın sesli bir şekilde duaya çağırdığını, hep beraber dua ettikleri ve hemen sonrasında elinde bir şişe olan bir rahibin yoldan çıkagelip, izin isteyip kızı kutsadığı anlatılıyordu. Onlara rahatlayabilecekleri ve kızın kurtulabileceği söylenmiş, rahatlamışlar ve aletleri bu sefer işe yarayıp kızı arabadan kurtarmışlar.

Bunlar zaten içimde bildiğim bir şeyi bana hatırlattı. Yapmaya çalışıyordum zaten ama bu sefer sesli olarak dua ettim, ve Tanrı ile konuştum. Farkına varmakta olduğum şeyleri söyledim. Asıl sorun, hayatta kalma korkumdu, veya desteklenme korkum. Artık bu korkudan tamamen kurtulmak istediğimi, bunu ancak Tanrı’nın gücüyle yapabileceğimi sesli olarak söyledim. Kalbimdeki enerjiyi de giderek daha fazla hissediyordum bunu yaparken. Samimi bir şekilde herşeyin Tanrı’dan geldiğini beyan ettim kendi kendime. Sözün tutulamaması, veya tutulması hep Tanrı’nın elindeydi. Benim buradaki yapmam veya tam olarak anlamam gereken buna teslim olmaktı. Teslim olduğumda çaresiz veya güçsüz değil aksine Tanrı’dan güç alan ve güvenli bir ruh haline geçiyordum. Bu, çaresiz kadercilik değil, aksine realistlik idi.

Nerede bilimsellik diyenler olacaktır. O zaman şu soruyu cevaplamalarını öneriyorum. Herhangi bir olayın olma olasılığı nedir? Benim cevabımla lütfen kıyaslayın. Benim cevabım: %50’dir. Çünkü bence sabit bir gerçeklik yoktur. Herşey olabilir bir potansiyelitedir. Zaman ve mekan dahil herşey her şekilde tezahür edebilir. Ve herşey, her olasılık mümkündür. Biz belli bir anda bunlardan sadece bir tanesini yaşarız. Tanrı tüm olasılıkların bütününü içinde barındıran olasılık ötesiliktir. Tanrı istediği her olasılığı tecrübe edebilir. Ve baktığı konuma göre kişisel bir gerçeklik yaşayabilir. Şu anda sen okurken senin gözünden bakıyor okuyucum, ve ben yazarken de benim gözümden bakıyor,  benim parmaklarımdan yazıyor. Bu nedenle Tanrı isterse bir olasılık onun gözünde tecrübeye dönüşür, yani gerçekleşir, istemezse de potansiyel olarak kalır. Yani gerçekleşmez. Bu nedenle herşeyin olma olasılığı %50 dir. Mesela 2 tane mavi 1 tane kırmızı bilye olan kutudan kırmızı bilye çekme olasılığı matematikteki olasılık tanımına göre 1/3 ama benim tanımıma göre %50’dir. Çünkü Tanrı isterse kırmızı çekersin, istemezse çekmezsin. Şansa bağlı değildir, tecrübe etmek isteyen mutlak bilincin arzusuna bağlıdır, bir şeyin olup olamayacağı. Devam edelim. Çektiğin bilyenin aynı anda hem kırmızı hem mavi olma olasılığı nedir? %50. Çünkü Tanrı isterse o bilyeyi aynı anda hem kırmızı hem de mavi görürsün. İsterse tüm kurallarıyla oynayabilir gerçekliğin. Tanrı’nın gerçekliğin kurallarıyla oynama olasılığı nedir? %50. Yani zannetmeyin ki bazı bilim adamlarının sabit olarak yorumladığı sayılar mutlak sabitlerdir. Onların da herhangi bir anda değişme olasılığı %50’dir.

Ben buna mutlak olasılık teorisi diyorum. Mutlak olasılık teorisine göre bir şeyin olma olasılığı her zaman %50’dir. Mutlak olasılık teorisi adını mutlak olandan almaktadır. Bu teoride olasılık mutlak olanın bakış açısına göre tanımlanır. %50, mutlak seviyeden bakıldığında, herşeyin olabilirliğine ve değişebilirliğine işaret etmektedir. Tabii ki %50 bir anda %100 olur yani gerçekleşir mutlak bunu böyle buyurduğunda, böyle görmek istediğinde, ol dediğinde. Aynı anda da %50 olarak kalır, başka bir alemde aynı olay olmazken bu alemde oluyor olabilir. İstenen herşey mutlak tarafından istendiği şekilde tecrübe edilir. Paralel evren kavramını anımsadınız mı?

Nasıl rahatladım ben peki? Mutlak olanı hatırladığımda ve ona teslim olduğumda size anlattığım bu gerçeği daha bir net farkettim. Hayatta kalmam da mutlağın kararı olacaktı. Ben de mutlağın bir yaratımıydım. Dua ederken bunu da beyan ettim. Başka bir bakış açısına göre mutlak benim ağzımdan bunu beyan ediyordu, onun yaratımı olduğuma göre mutlak söyletiyordu bana bunu. Ve hayatta kalma endişemin, desteksiz kalma korkumun bir bakıma herşeyin mutlaktan geldiği halin önüne geçtiği onu gölgelediğinin farkına varıp bunu serbest bırakma arzusunda, teslimiyetinde bulundum.

Şimdi ne olursa olsun. Herşey ondan olduğuna göre, bunu hissettiğimde endişeye gerek yok.

Yazının başlığındaki sabretmek, içimde bu duygular olurken benim kalbime odaklanmam ve farkındalık halinde kalmam, Tanrı’nın iradesine teslim olma çabamdır.

Affetmek sabır sonucunda zihnimde oluşan genişleme ve farkındalık artışı ile birlikte, Tanrı’nın farkına varabilmem, ve bana ağırlık veren geçici gerçekliği serbest bırakabilmem, yani mutlak perspektifine, herşeyin ondan olduğu bilincine, kendimce bir nebze varabilmemdir. Bunun için illa ki felsefi bir makale yazmak gerekmiyor, Tanrı’yı hissedin, Sevgiyi hissedin, adını koymasanız da sizde karşılığı neyse buna teslim olun yeter.

Güven.. bu süreçte içimde daha da gelişen, sabır ve affetmeyle beraber artan hissiyat. Güven ve teslim olma birlikte gelişen duygular, haller.

Zihin, siz farkındalık halinde kaldıkça, samimi bir şekilde kendinize zulmetmek anlamında olmayan hakiki sabrı yaşadıkça, genişleyecektir. Genişleyen zihin, anlayışı gelişen ruh anlamına gelir, kalıplardan daha özgür hisseden. Mutlağın perspektifine daha yaklaşmış olan ruh.

Yazıdan hemen sonraki not: Şimdi köpeğin apartmanın girişine dönmesini bekliyorum. Ondan da af dilemem gerekiyor. İçim henüz tam olarak rahat değil ama bir rahatlama sürecindeyim.

Soru-Cevap: 

Soru: “Şekil olarak homojen ve kırılgan olmayan 2 mavi + 1 kırmızı bilyenin olduğu bir torba içinden kırmızı bilye çekme olasılığını test etmek için, diyelim 100.000 deneme yapsak, acaba neden daima 33.000 (33.333 olmasa bile) civarında kırmızı bilye çekiyor ve sonuçta 1/3 ortalamasını buluyoruz peki?”

Cevap: 100.000 denemelik işleme A işlemi diyelim. A işleminin sonucunun 33.333 olmasının mutlak olasılığı %50 dir. A işlemi kaç kez tekrarlanırsa tekrarlansın, herhangi bir anda, herhangi bir tekrarda sonucunun 33.333 olacağı garanti edilemez. Benim söylediğim şey, bunun 33.333 olup olmadığının kesin olarak Tanrı tarafından belirlendiği, insan perspektifinden bu kesin olarak belirlenemez, o denemede kesin olarak ne sonuç çıkacağı bilinemez. Ancak insan Tanrı’ya yaklaşırsa, yani farkındalığını 5 duyusunun ötesine taşır ve elini torbaya sokarken gözüyle görmese dahi hangi bilyeyi çektiğinin farkında olursa, sonuç yaratılırken sonucun ne olacağını hissedebilir. Bunun da ötesine geçip, farkındalığını sonucun yaratıldığı düşünsel boyuta getirip, içinde var olduğu gerçekliğin düşünce şemasını gözlemlerse, o zaman sonucun ne olarak yaratılmakta olduğunu yine kesin olarak görür. Tanrı’ya biraz daha yaklaşırsa, şahsi varlığının Tanrı ile bir olduğunu anlar ve o düşünce şemasını da kendisinin yarattığını görür. Sonucun hep onun (kendisinin) elinde olduğunu bildiği boyuta gelmiştir. Kendini Tanrı’dan ayrık gören ve zihnindeki yüzeysel düşünceleriyle hayatını kontrol altına almak isteyen insan için her zaman %50 var olmaya devam edecektir. İçinde bulunduğu gerçekliği, bilimi nasıl tanımlarsa tanımlasın asla tam olarak kontrol altına alamayacaktır. Bir konuda başarılı olup olamayacağı hep bir bilinmez, hep bir %50 olarak kalacaktır. Ama o aynı insan gerçekten arzu ederse kalbinin derinliklerinde kaderinin ne olduğunu bulabilecektir, çünkü orada Tanrı vardır.

Buradan şuna geliyorum. Kalbiyle/Tanrı ile/En derin arzuları ile/Sevgi ile uyum içinde yaşayan insan birçok şeyi şahsen bilmese de güven hissederek ilerleyebilir yaşamında. Ama bir çok şeyi şahsen bilse de kalbiyle çelişkili şekilde yaşayan insan aynı güveni hissedemeyebilir. Yazıdaki sabır, affetme ve güven kavramları ile bütün bunların ilişkisi bu..

Peki tekrar sayısı arttıkça A işleminin sonucunun ortalama 30.000 civarında olup olmayacağı garanti edilebilir mi? Bu soruyu aslında bir yandan gözümüzü kapalı tutmaya çalışırken bir yandan da aslında sonucu yine bizim (Tanrı’nın) belirlediğimizi söyleyerek yanıtlayacağım. Elini torbaya sokan bilim adamı Tanrı isterse sonucu her seferinde örneğin 10.000 civarında çıkartabilir. Bilim adamın elini torbaya her seferinde hangi açıda sokacağını da Tanrı belirler. Ama biz buna gözümüzü kapalı tuttuğumuzda, bunun rasgele veya şans olduğunu düşünmek isteriz. Bilim adamının vücudundaki tüm kimyasal reaksiyonlar, fiziksel etki tepki, yaşadığı tüm duygular, taşıdığı tüm düşünceler, bunlara gözümüzü kapalı tutup, bilim adamının torbaya karşı tavrını nötr ya da rasgele olarak görmek isteriz. Ama aslında rasgele değildir, yeterince irdelendiğinde bunun da bilinebileceği ortaya çıkar. İşlemi robot koluyla yapsak bile robot kolunun rasgele davranış üreten çipinin tavrı (Random number generator) yeterince incelendiğinde mutlak olarak rasgele olamayacağı bulunacaktır.

Benim iddiam şu, bu deney farklı bilim adamları tarafından yapıldığında farklı sonuçlar alınacaktır. Çok boyutlu farkındalığı gelişmiş bir bilim adamı deney sonucunu istediği gibi etkileyebilir ve belirleyebilir. Tabii bu tarz adamlar dünyanın düzenini bozmamak için ortada dolanıp böyle işler yapmazlar.

Bunun nasıl olacağını hayal etmek için torbanın saydam olduğunda deney sonucunu etkilemek isteyen bir bilim adamının bunu yapıp yapamayacağını yanıtlamaya çalışabiliriz. Burada torba saydam olsa bile kendine hakim olamayıp yine istediği sonucu çıkartamayacak bilim adamları bile vardır tabii 🙂 Tanrı faktörü her zaman olacaktır.

Görünürde yapmak istediğimiz bir şeyi niye erteleriz? Veya neden istediğimizi düşündüğümüzden farklı davranırız? Procrastination neden olur? Bu makale ve soru-cevap aslında bu soruları da yanıtlıyor..

Soru/Yorum: “Çok boyutlu farkındalığı gelişmiş bir bilim adamının deney sonucunu istediği gibi etkileyebilmesini söylemek ve dünyanın düzenini bozmamak için ortada dolanıp böyle işleri yapmama konusunda adeta bir keyfiyete sahip olmasını ima etmek ne derece doğru? makale ile çelişmemesi açısından, sonuçta kararı tanrı verdiğine göre (en azından tanrı’dan bağımsız karar verilmediğine göre) hangi ermişlik ve tanrı ile bütünlük düzeyine sahip olunursa olunsun insanların öyle bir tercihe sahip olamamaları gerekir.. tanrı isterse, bildiğimiz zarda 7-6 atılmasını da sağlar (sağlatır) da bunu niye yapsın ki? ya da, tanrı, bir robota (ya da insana) o üç toplu torbadan yapılan 100.000 çekilişin hepsinde aynı topu çektirtsin ki? neden insanlara bu tür somut deliller (mucizeler) göstermek istesin ki? tanrı’nın bir hedefi de, insanların mucizeyi/mucizeleri görmelerini/duymalarını değil ama onu kalplerinde hissetmelerini ve o nedenle kendisine iman edilmesini sağlamak değil midir? sonuçta, tanrı, o üç toplu torbadaki istatistik biliminin söylediği 1/3 oranını korumak ister ve korur..”

Cevap: Evet.. bence de tanrı insanlara inanmadıkları şeyleri zorla göstermez.. ama bir kez herhangi bir zorlama olmadan inanabilirlerse belki de mucizeler ondan sonra görünmeye başlar.. bir bakış açısına göre tanrı onu insanların özgür iradeleriyle bulmalarını ister.. bu yüzden o tarz şahıslar sadece inanan insanlar tarafından tanınabilirler, tanrı özgür iradeyi ihlal etmek istemediğinden, o şahıslar da özgür iradeyi ihlal etmek istemezler. ama inanan ve görmek isteyene de mucizeleriyle görünürler..

Cevaba ek: Şimdi torbadan çektiğimiz toplarla bizi oluşturan atomlar arasında bir bağlantı kuracağım. Torbadan çekilen mavi ve kırmızı topların yapılan arıdşık denemelerde belli bir dizilimde olması olasılığı üzerinde konuştuk. Aynı değişik renklerdeki toplar gibi, sayısız atomun (Karbon, Hidrojen, Oksijen, Azot vs) tam olarak bizi yani bir insan bedenini oluşturacak şekilde dizilmesinin olasılığı matematiksel olarak ne kadar düşük değil mi? Ama tam olarak da bu dizilimde oluyor atomlar, ve ben bu bedenden kendi atomlarımın dizilimi ile ilgili bir makale bile yazabiliyorum. Bunu gözlemlediğimizde, size mutlak olasılık teorisi yani %50 mi (daha doğrusu bilinçli yaratım yani %100 mü) daha yakın geliyor yoksa matematiksel olasılık yani yaklaşık %0.0000000..1 mi? Bu düşünce çizgisinde bakınca aslında gözümüzün önünde bir mucize gerçekleştiğini, bu mucizenin de biz olduğumuzu çoğu zaman göremediğimizi farkediyorum.

İstatistik bilimi kendi içerisinde soyut, kavramsal bir sistem yaratır. olasılık da torbadaki topların sayısına göre tanımlanır. bunu fiziksel dünyaya uyarlamak istediğimizde homojen torba, toplar ve tarafsız bir top çeken ve torbayı her seferinde mükemmel karıştıran bir el oluşturmamız lazım. bu teorik olarak mümkündür, ama şu anda yaşadığımız dünyada bunlar bulunmamaktadır. hakikaten zorlarsak buna da yaklaşabiliriz tabii, bu özgürlüğümüz de var. ama makaledeki amacımı biraz daha açacak olursak aslında şu an yaşadığımız dünyada insan faktörü, daha doğrusu düşünce ve duygu faktörünün bulunması, hayvanlar, bitkiler, böcekler, diğer canlılar hepsinin yekpare bir organizma oluşturması, bu organizmayı kendimizin de bir parçası olduğu bir bütün olarak düşünüp o şekilde hayata yaklaşmanın daha gerçekçi olacağı, sadece kişisel düşüncelerimizin bütünün durumunu tam yansıtmayabileceği, bütünle bir düşünebildiğimiz, hissedebildiğimiz bir ruh hali yakalamanın hayatımızda daha uyumlu sonuçlar yaratabileceğini, bunun için de şahsi benliğimizin ötesinde bütünün iradesine odaklanmak, buna teslim olmanın önemini aktarmaya çalışmaktı.. bunun yapılması sırasında zaman zaman epey bir içsel direniş de ortaya çıkıyor. ben de bunları yaşıyorum. kısmen bu makalede yazdım. sonraki paylaşımlarda da inşallah bu konuları açmaya devam ederim.