Yazıyı okumadan önce eğer henüz yapmadıysanız bu yazıya bir kez göz atmanızı öneririm.
 

Başlığı attıktan sonra nasıl başlayacağımı düşünürken duymuş olduğum bir hikayeden esinlenerek başlamaya karar verdim. Hayatı boyunca dış dünyaya kapalı bir odada yaşatılan birisi varmış. Yemek küçük bir pencereden herhangi bir insan teması olmadan verilir ve tüm yaşamı bu odada geçermiş. Hikayede odanın kapısı yıllar sonra açılıyordu, tam hatırlamıyorum, ama adam şoktan ölüyordu sanırım.

Bu odada siz yaşasaydınız ve tek bildiğiniz şey bu oda içindeki yaşamınız olsaydı, zihniniz de bu yaşama uyum sağlayacak ve ona göre tutarlı bir gerçeklik üretecekti.

Bence insanlar da hayatlarında görünmez odacıklarda yaşıyorlar. Zihinde yer alan odacıklar. Herkesin kendine göre bir zihinsel dünyası var. Birbirini tekrar eden kalıplaşmış tecrübeler ve eğer açık olurlarsa yeni tecrübelerle şekillenen bir zihinsel dünya bu.

Örneğin bir insana hayatı boyunca eziyet edilmiş ve edilmeye devam ediliyorsa (o insanın bunlardan başka bir içsel tecrübesi de yoksa) bu, o insanın dünyayı zihninde eziyet verilen bir yer olarak gördüğü anlamına da gelir.

Yani yaşanılan tecrübeler ile zihindeki temsil arasında kuvvetli bir bağlantı vardır.

Peki, eğer zihin sadece yaşanmış olan tecrübelerin bir yansımasıysa, hayatı boyunca bir odada yaşayan bir insan, o odanın dışını nasıl hayal edebilir o zaman? Yeni tecrübeler hayatına nasıl gelebilir?

Bu soruya şöyle cevap vermek istiyorum. Eğer ben evrendeki mümkün olan bütün tecrübelere iç dünyamda bir şekilde erişebiliyorsam, onları iç dünyamda yaşayabiliyorsam, bu şekilde iç tecrübemi değiştirebiliyorsam, zihnim de ben bunu yaptığımda yeni tecrübeler yaşamış olduğumdan değişmek durumunda kalacaktır.

Zihin, yeni bir tecrübe yaşandığında değişmek zorundadır. Örneğin bir elma yediğinizde, artık zihniniz yaşam hakkında o elmayı yeme tecrübesini de içeren bir temsil üretecektir. Elma yemenin ne olduğunu zihinsel olarak biliyor olacaksınız.

Zihin bir tür anlama aracıdır, yaşadığınız tecrübelere anlam verir. Siz zihne bakarsınız ve bu anlamı gözlemlersiniz. Bu sayede hayatı anlam bağlamında anlarsınız. Yaşadıklarınız hakkında düşünmek, tefekkür etmek, zihninizi kullanarak hayatı anlamaktır.

Ve zihin sadece 5 duyu ile yaşadığınız tecrübelerle şekillenmez. Duygusal, zihinsel ve zihin ötesi dünyanızda yaşadığınız tecrübelerle de şekillenir.

Duygusal dünyanızda yaşadığınız tecrübeler, zihinizde bir yansıma bulacaktır. Mesela hayatı boyunca üzüntü yaşamış bir insanın zihninde bu üzüntülerle ilişkili bir anlayış bulunacaktır.

Hayatı boyunca mutluluklar yaşamış birisinin de zihninde bununla uyumlu bir bakış olacaktır.

Şimdi gelelim yeni tecrübelere nasıl ulaşabileceğimize ve zihni nasıl dönüştürebileceğimize:

Ama bundan önce başlıkta yazdığım karmaşanın nasıl oluştuğundan ve bununla nasıl barışabileceğimizden de bahsedeceğim.

Zihinsel karmaşa, belli bir rutin gerçekliği alışkanlık edinmiş kişinin zihninde, o kişi yeni tecrübelere açık hale gelip bunları seri halde yaşamaya başladığında oluşabilen bir algıdır. Zihinsel karmaşa, bu tarz bir zihin yeni yaşanılan tecrübeleri anlayana kadar devam eden bir haldir.

Peki insanlar neden zihinsel karmaşaya düşerler? Hayat hakkında zaten yanılsama içerisinde olan ya da dar bir bakış açısında olan bir zihin, bu algılarını değiştirecek tecrübeler yaşadığında karmaşaya düşer. Yanılsama yoksa karmaşa da olmaz.

Yani dış dünyaya kapalı odanın içerisindeki kişi eğer iç dünyasında o odanın dışının da olduğunun farkında olsaydı, hayatın o odadan ibaret bir yer olduğu zannında olmasaydı, kapı açıldığında karmaşaya düşmeyecekti.

Benim özellikle son yıllarım epey bir zihinsel karmaşa ile de geçti. İsteğim hayatı bütün olarak anlamak olduğundan, kendimi yeni tecrübelere açmış olduğumdan, zihnimdeki dar bakış açısı, yerini ciddi karmaşalar da içeren bir uyanış dönemine bıraktı.

Hayatı bir bütün olarak anlayabilmek. Yani hayatın en derin gerçeklerini bulabilmek, bunlarla yüzleşebilmek. Bir insan bunu neden ister ki?

Benim için bunun cevabı yaşadığım kapalı odadan sıkılmak diyebilirsiniz. Odanın heryerini iyice gezip artık ilgimi çekmediğini hissetmeye başladım.. Bir tür, toplumun bana empoze ettiği kimlik ve yaşam iyice sıktı, her boyutuyla sınırlayıcı gelmeye başlamıştı diyebilirim.

Zihinsel Karmaşayı tanımladık. Bununla nasıl barışabiliriz peki?

Sorunun kavramsal bir yanıtı var ve bir de şahsi olarak bu yanıtta yatan tecrübeyi yaşamak için pratik olarak yapılması gerekenler var. Bir bakıma kavramsal yanıt, yapılması gerekenleri de içeriyor, bunları yapmadan sorunun yanıtını tam olarak idrak etmek mümkün değil.

Kavramsal yanıt: Zihinsel karmaşayı kapsayan farkındalık olduğumuzu bizzat tecrübe edersek, bu farkındalık halinde hayatımızı yaşarsak, zihinsel karmaşa ile giderek barışmaya ve huzur bulmaya başlıyoruz. Ama hayatımızda dikkatimizi cezbeden bir çok şey var. Bunlar dikkatimizi cezbedip yani biz farkındalık halini unutup, bu şeylerin içine çekildiğimizde,  bir bakıma kendimizi bunların içinde kaybetmiş oluyoruz. Hayatınızda olan bitenin sadece farkında olmaya çalışmayı deneyin, dikkatinizin dağıldığını ve bir şeylere takıldığını, epey bir zaman bunların içinde kaybolduğunuzu göreceksiniz. İşte bu noktada dikkatimizi bir yere demirlememiz gerekiyor ama bu demirleyeceğimiz yer çok önemli. Çünkü dikkatimizi nereye verirsek enerjimiz de oraya gidiyor. Burada eğer dikkatimizi Ruhsal Kalbe verirsek, bir süre sonra kendimizi asıl varlığımız olan sevgi enerjisi olarak tecrübe etmeye başlıyoruz. Yani biz aslında evrenin yapı taşı olan herşeyi kapsayan sevgi enerjisiyiz, ve en derinde de bunu kapsayan farkındalık haliyiz. Dikkatimizi bu sevgi enerjisinin insan bedenine giriş yaptığı Ruhsal Kalp merkezinde demirlersek, burada an be an tutmak için çaba sarfedersek ve bu sırada hayatımızda olan biteninin farkında kalırsak, kendimizi farkındalık olarak, ve bu sevgi enerjisi olarak idrak etmeye başlıyoruz. Ruhsal Kalbi bulmak için göğsünüzün merkezine odaklanın, dikkatinizi buraya verin. Bunun için başlarda bir yere oturup gözlerinizi kapatmanız dikkatinizi daha kolay toplamanıza yardımcı olacaktır çünkü dikkatiniz gözünüz açık olduğundaki gibi görsel tecrübelere çekilmeyecektir. Nispeten sakin bir yer olursa da faydası olur. Ama nerede olursanız olun aslında oturup gözlerinizi kapatacak bir imkan varsa bunu yapabilirsiniz. Ruhsal Kalbe odaklandığınızda aslında kendi özünüze odaklanıyorsunuz, sevgi enerjisine odaklanıyorsunuz. Başlangıçta hiçbirşey hissetmeyebilirsiniz. Ama dikkatinizi, farkındalığınızı bu manevi bölgede tuttuğunuzda, niyetiniz de kendi özünüzü bulmak, sevgiyi hissetmek olduğunda, kaçınılmaz şekilde bunu keşfedeceksiniz. Bir süre bunu pratik yapın, gözleriniz açık da yapmaya başlayabilirsiniz. Yani dikkatinizin bir kısmı Ruhsal Kalpte, bir kısmı da 5 duyunuzda, duygularınızda, ve zihninizde olmuş olacak. Ama demirlediğiniz yer Ruhsal Kalp, burada kalmak için çaba sarfetmek ve dikkatiniz dağıldığında bu merkeze tekrar odaklanmak birinci önceliğiniz olmalı.

Bu birinci öncelik ile yaşamaya başladığınızda, bir süre sonra zihindeki tüm aktiviteler sizin içinizde gerçekleşen aktiviteler olarak görünmeye başlıyor. Siz ise kendinizi Ruhsal Kalpte hissettiğiniz sevgi enerjisi ve bunun farkında olan farkındalık hali olarak tecrübe etmeye başlıyorsunuz. İşte bu halde ne kadar çok kalırsanız, kendinizi de bu hal olarak o kadar idrak etmiş oluyorsunuz.

Siz bunu yaparken zihniniz boş durmuyor tabii ki.  Epey bir karmaşalar yaşıyorsunuz çünkü yaygın olarak bize bu dünyada öğretilmiş olan şey bir insan olduğumuz, yaşayıp öleceğimiz, bu bedenden ibaret olduğumuz, bazen bir ruhumuz olduğu da öğretilir. Toplum bize bir kimlik verir, sen şusun, mühendissin, şu özelliklerin iyi, şu özelliklerin kötü, bunları istemelisin, bunları da sakın ola istememelisin gibi. Yapmamız gerekenler, benimsememiz gerekenler öğretilir, ahlak kuralları öğretilir. Ama kim olduğumuz öğretilmez. Çünkü öğretenler de bilmiyordur bunu.

Siz kendinizi, asıl varlığınızı keşfederken, zihninizdeki kalıplar da bir tür yıkıma girerler. Kozasından çıkan bir kelebek gibi eski kimliğinize dair herşeyi bir kabuk gibi atarsınız, veya çürüyen bir kalıntı gibi giderek geride bırakırsınız.

En sağlam zihinsel karmaşa da bu süreçte yaşanıyor. Çünkü tüm yanılsamalardan kurtulma süreci bu. Eğer söylediğim gibi Ruhsal Kalbe odaklanma ve farkındalık halinde kalma pratiği yapar, bunu birinci önceliğiniz olarak devam ettirirseniz, bunu yaptığınız ölçüde uyanacaksınız, zihniniz de şekilden şekile girecek, kalıplar yıkılacak ve giderek siz öz varlığınızın farkında olan bir insan haline dönüşeceksiniz.

Karmaşa ile barışmanın en öz yolu bu, nedeni kendi asıl varlığımızı, o varlık olarak kalarak, keşfediyoruz. Zihnimiz de biz bu tecrübeyi yaratırken yeni şekline bürünüyor.

Buraya kadar karmaşanın tanımı, asıl varlığımızın ne olduğu, karmaşa ile nasıl barışılabileceğini yazdım. Ama aslında Ruhsal Kalbe odaklanıp farkındalık halinde yaşarsanız (bunu birinci önceliğiniz haline getirme niyetinizi besleyerek), hayatınıza yeni tecrübelerin girmesinin de yolunu açmış oluyorsunuz. Nedeni şu:

Zaten tüm evren ve yaratılış sonsuz çeşit tecrübenin potansiyel olarak olabileceği, ihtimal dahilinde olabileceği, bahsettiğim farkındalık halinin içindeki bir oluştur. Bu potansiyellerden herhangi birisine geçiş yapmak mümkündür, yeter ki siz bu farkındalık halini bulup, bunun içinde oluşan yaşam enerjisi olan sevgi halini yaşamaya başlayın. Çünkü tüm ihtimaller bu sevginin farklı frekanslarda vücut bulmasıyla oluşuyor. Biz farkındalık olarak dikkatimizi hangi gerçekliğe çevirirsek bir süre sonra o gerçekliğe ulaşıyoruz. Dikkatimizi en derindeki ilahi sevgi enerjisine çevirdiğimizde de herşeyi yapabildiğimizi giderek idrak etmeye başlıyoruz. Yani Tanrının suretinde yaratıldığımızı, her şeyi onun yarattığını, bizim de ondan ayrık olmadığımızı idrak etmiş oluyoruz.

Burada benim için yaratılışın cezbedici bir özelliği olduğunu belirtmek istiyorum. O kadar güzel ve ilgi çekici ki, bazen kendimi kaybediyorum, kendimi unutup içinde kayboluyorum. En son mesela Witcher 3 isimli bir oyunu oynuyordum. 200 küsür saati geçmiş toplam oynama sürem.. Bu aslında ruhların yaratılışın cazibesine kapılmasına ve içinde kaybolmalarına çok güzel bir örnek. İnsanoğlu artık sanal gerçeklikler yaratabilecek bir aşamaya geldi. Yani yaratılış içerisinde alternatif dünyalar oluşabiliyor. Dünya içinde dünyalar.. Bazen içinde kaybolduğumuz gerçekliğe o kadar inanıyoruz ki, kendimizi o kadar unutuyoruz ki, neler yapabileceğimizin, hayatın sonsuz ihtimallerin hepsinin de aslında bize açık olduğunun farkında olmuyoruz. Herhalde ruhumuzun acemilikleri bunlar.

O zaman zihinsel karmaşa ile barışmak için, hayatımıza yeni tecrübeleri getirebilmek ve zihimizin yeniden şekillenebilmesi için kendimizi bilme çabasını devam ettirmeliyiz, kendimizi bilme halini an be an yaşamalıyız. Özümüzdeki koşulsuz sevgiye odaklanmalıyız, farkındalık halinde kalmak için emek vermeliyiz.

Bırakın insanlar sizi yargılasınlar. Bu onların zihinlerinin bir yansımasıdır, siz bu yolda giderken, kendiniz bilgisi yaşamınızı doldururken, zamanla hepsini anlayabilecek ve sevebileceksiniz. Çünkü hepsi sizsiniz, herşey zaten sizin içinizde gerçekleşiyor. Uyanış için verilen çabalar sırasında zihinsel karmaşalar yaşamak çok normal bir şeydir ama dünyamızda zihinsel, duygusal karmaşa henüz pek kabul gören, anlaşılan bir durum değil, hatta yargılanan bir durum. Hayatı boyunca bir odada yaşayıp onun tek gerçek olduğunu zannedenler, siz kapıyı açıp dışarı bakmaya başladığınızda, önce sizin neden bahsettiğinizi tam olarak anlamayabilirler, size yargılayıcı davranarak tepki gösterebilirler. Onlar henüz odanın içini keşfediyor olabilirler, ve yaratılışta nice nice odalar var.. herkesin kendi dünyası var.. bırakın insanlar kendileri olsunlar.. siz kendi keşfinizi yaşayın. Ruhsal Kalpte hissedeceğiniz ilahi sevgi size her koşulda huzur verecektir, kimsenin onayı olmasa da bu yolunuza devam edebilirsiniz, çünkü yaşam enerjisi size insanlardan değil Yaradandan geliyor. Her türlü maceraya da hazırlıklı olun, bakalım Tanrı sizin için neler hazırlamış 🙂

Aydınlanmış bir bilgenin önceki yaşamlarından birinde halk tarafından yargılamaya tabi tutulduğunu söylediğini duymuştum. Hz. İsa’nın bile çarmıha gerilmiş olduğu söylenir. Benim bu konudaki fikrim şu.. Kimseyi ikna etmeye gerek yok, çünkü tüm yaratılışta her ihtimali yaratmıştır Tanrı. İnsanlar da seçmekte özgürdür. Duymak isteyene anlatır, dinlemek istemeyene de susar ve saygı gösterirsin. Sevgi zorla olmuyor.. Bu da aklımdan geçti şimdi: “Dinde zorlama yoktur”.

Benim bilgim de sınırlı aslında. Bazen yazmaktansa sadece sevgi halini paylaşmanın daha önemli olduğunu hissediyorum. Çünkü ben bu makaleyi sınırlı bilgimle yazıyorum ama sevgi hali bilgi ötesi bir güzellik. Bu yazdıklarımı beğenmeyenler olabilecektir, ulaşamadıklarım olabilecektir ama sevgi hali herkese bir şekilde dokunur.. Yazdıklarımda halen egomun yansımaları olacaktır.. o yüzden diyeceğim.. sevgiyle kalın.

Ek: Karmaşaya düşmenin sebeplerinden birisi de kendini unutmaktır. Yani Ruhsal Kalpten bedenimize giriş yapan sevgi enerjisini unutmak, farkındalık olduğumuzu unutmaktır. Bunlar unutulunca, ve yaratılışın güzelliğine kapılınca, içine daldıkça ve daldıkça, bir süre sonra binbir tane farklı şeye odaklanmaya başlayınca, enerjimiz de binbir farklı yere çekilmeye başlayabilir. Yazıda demirlemekten bahsettim. Bu binbir parçaya ayrılmışlıktan kurtulmanın yolu dikkatimizi tekrar Ruhsal Kalbe demirlemektir. Karmaşa, bir bakıma dikkatimiz binbir farklı yere çekilirken, zihnimiz daldan dala maymun gibi atlarken, zihnimizde oluşan enerji dalgalanmasıdır. Enerji dikkatimizi verdiğimiz yere aktığından, ve merkezimizi unuttuğumuzdan, dikkatimiz cezbedildiğimiz nesnelere çekildiğinde, yani oradan oraya atlarken, enerjimiz de bir müzik ekolayzırının göstergesinde inip çıkan çizgiler gibi dalgalanır durur. Bu karmaşa hali, sabit ve stabil bir kimliğe kendini inandırmış, dar.. ya da.. çok değişmeyen bir kalıpta yaşayan insanlardan çok, kimliğini sorgulayarak parçalamış ama henüz merkezini keşfedememiş veya buraya odaklanmayı öğrenememiş insanlarda olur.

Eklemek istediğim bir şey daha var. Yiyecekler enerji olarak hassas bünyelerde bir tür dalgalanma yaratabiliyorlar. Veya hassas insanlar bu dalgalanmaların daha çok farkında oluyorlar. Mesela ben süt ürünleri, buğday ürünleri, özellikle rafine şeker içeren ürünler, hazır gıdalar yediğim zaman bedenimde yoğun bir şekilde enerji dalgalanmaları olduğunu hissediyorum. Zihin açıklığımı kaybedebiliyorum ve bu dalgalanmalar bir tür bulut gibi dikkatimi dağıtabiliyor. Bu yüzden dinginlik yaratırken yediklerimize de dikkat etmeliyiz, Ruhsal Kalpteki sevgi enerjisini hissettikçe, içsel açlığımız azaldığından daha saf gıdalarla beslenebilmeye de başlıyoruz. Alışkanlıklarımız devam ediyor ama zamanla bunlar da değişmeye başlıyor.